26 Aralık 2013 Perşembe

TÜRKİYE'NİN VE DÜNYANIN SU SORUNU

Sosyal Bağlamda Su Sorunu

Ekonomik faaliyetlerin artması ve yoğun su ve enerji tüketimine dayalı yaşam biçimlerinin
yaygınlaşmasının bir sonucu olarak tüm dünyada çeşitli derecelerde yaşanmakta olan
bir su sorunu vardır. Bu sorunu ortaya çıkaran ekonomik üretim ve yaşam biçimlerinin
ardında ise belirli dünya görüşleri ve ilişki biçimleri vardır. İnsan ile doğa arasındaki ilişki ve
bu ilişkiden yola çıkan dünya görüşleri, birey ve toplum davranışlarını belirlemektedir. Bu
paradigmalar davranışlar üzerinde öylesine belirleyicidir ki aynı fiziksel gerçekliğe bakılıp çoklu sosyal gerçeklikler yaratılır. Dünya su sorunu da böyle fiziksel ve sosyal çoklu bir
gerçekliktir. Bu nedenle bu bölümde ilk olarak insan-doğa ilişkisi içersinde suyun yaşam
kaynağı olma durumundan çıkıp ekonomik bir mala dönüşmesinin temelinde yatan çeşitli
paradigmalar ele alınmaktadır. İkinci olarak da su yönetiminde indirgemeci ve mekanik
bir anlayış olan hidrolik paradigma sorunsalı incelenmiştir

Suyun ‘Ekonomik Değere’ Dönüşümü: Toplum-Doğa Ayrışması
Dünya su sorunu gibi sosyal-ekolojik meseleler söz konusu olduğunda, insanın doğayla
ilişkisini hesaba katmayan çözümler üretilmesi, sorunlara yenilerini eklemeye mahkûmdur.
Bu nedenle, bu bölümde sorunların çıkış noktası olarak da görebileceğimiz insan-doğa
ilişkileri incelenecektir. Su, tıpkı diğer doğal varlıklar gibi sosyal ve ekolojik boyutları
birbirinden ayrı olmayıp birbirini tamamlayan ve iç içe geçmiş bir değerler bütünüdür.
Ancak günümüzde su yönetiminde hâkim olan yönetim yaklaşımları bu bütünleşikliği ve
iç içe geçmişliği büyük ölçüde yok saymaktadır. Bu yaklaşımlar suyun çoklu değerlerini
hesaba katmayan, onu salt ekonomik ve fiziksel bir varlık olarak tanımlayan indirgemeci
varsayımlara dayalı olup, insan ve toplumu doğa varlıklarından ayrı görmektedir. Bu
noktada sorulması gereken ilk soru şudur: Toplum-doğa ayrışması nasıl ve hangi şartlar
altında gelişmiş ve küresel ölçekte hâkim bir konuma gelmiştir?
Doğayı ve toplumu birbirinin zıttı iki yapı olarak kabul eden görüş, insanın çevresi ile
olan ilişkisini şekillendiren en temel varsayımlardan biridir. Doğa-toplum ikili karşıtlığı
üzerine kurulu paradigmalar hemen her alanda ve pek çok toplumda egemen hale gelmiş
ve insanın doğayla ilişkisini hızla ‘insanın doğaya egemenliği’ biçimine dönüştürmüştür.
Doğal varlıklar, onlara bağlı yaşayan halkların ‘yaşamsal üretimi’ için kullanılır olmaktan
hızla uzaklaşmakta, küresel ekonominin nesneleri haline dönüşmektedir.
İnsanlığın su ile olan ilişkisinin yönü endüstrileşme ile birlikte ciddi bir değişim sürecine
girmiştir. Tarihin başlangıcından beri suya atfedilen çoklu değerler hızla kaybolmakta,
yerlerini suyun ekonomi döngüsü içinde girdi ve ürün olarak yeniden tanımlandığı değerler
almaktadır. Suyun değer kaybı Avrupa’da 18. yüzyılda ortaya çıkan endüstrileşmenin 20.
yüzyılda küresel bir kimlik kazanması (Giddens 1991) ile hızlanmıştır. Böylesine karmaşık
ve uzun bir süreci bir iki cümleyle özetlemek elbette ki zordur ve bunun ister istemez
indirgemeci sonuçları olacaktır. Ancak, endüstrileşme yanlıları doğal kaynakları yaşamsal
değil ekonomik üretim için kullanmanın zeminini oluşturabilmek için endüstrileşmenin
önünde engel olarak var olan feodalizmi hedef almak zorunda kalmıştır. Çünkü en basit
anlatımla feodalizmde doğal kaynaklar, onlardan faydalanan halklarıyla birlikte asillere ait
olan, babadan oğula devredilen ve aidiyetleri dinsel bir meşruluğa dayanan bütünlerdi.
Her ne kadar serbest ticaret var ola gelmişse de, ekonominin temelinin toprak olduğu
bu siyasi biçimde üreten kesimin emeği kölelerden başlayıp hizmetlilere ve toprak sahibi
asillere kadar uzanan bir yelpazede ödenmekteydi.
Feodal yapıların teknolojik gelişimin de tetiklediği endüstrileşmenin önünde kısıtlayıcı
bir engel olması, sonlarını hazırlamıştır. Feodalizmin temelinde yatan adaletsizlik,
bundan çeşitli şekillerde rahatsız olan belirli kesimler tarafından yüzyıllar içinde defalarca
problematize edilerek toplum ve yönetim yeniden tanımlanmıştır. Halkın görece çok
küçük bir ayrıcalıklı azınlık karşısında ezildiği feodalizmin karşısında eşit haklara dayalı bir
yönetimle halkı güçlendirmeyi hedefleyen milliyetçilik hareketi kısaca özetlediğimiz bu
şartlar altında ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de su sorunu
Bu bölümde, bir önceki bölümde incelenmiş olan dünya su sorununda olduğu gibi su
sorunun fiziksel ve sosyal durumu Türkiye ölçeğinde incelenmektedir. İlk kısımda Türkiye
sınırları dâhilindeki tatlı su kaynaklarının nicel ve nitel değerlendirilmesi yapılmaktadır.
Türkiye’deki yeryüzü ve yeraltı suları, bunların maruz kaldıkları tüketim ve kirlenmenin
boyutları ve Türkiye’de su kaynaklarının paylaşımı konuları ele alınmaktadır.
İkinci kısımda ise Türkiye’deki su sorunun çeşitli sosyal boyutları incelenmektedir. Bir
başka ifade ile ülkenin dünyada yaşanmakta olan su krizinin neresinde bulunduğu
sorusuna cevap aranmaktadır. Önemli olduğu kadar da karmaşık bir mesele olan su

sorunu, sosyal boyutlarının anlaşılırlığı oranında çözüme kavuşabilir. Türkiye’de su sorunu:

 *milli güvenlik meseleleri (önemli amaçlarından birinin de PKK ile mücadele
olduğu söylenen güvenlik barajları gibi),
 *bölge ve küre ölçeğinde izlenen uluslararası politikalar (Fırat-Dicle Havzası
çerçevesinde Türkiye Suriye ilişkileri ve AB uyum sürecinde yaşanan politik
değişimler gibi),
 *su ve enerji politikaları (Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kurum ve
kuruluşlarla girilen işbirlikleri sonucu özelleştirme yanlısı politikaların adapte
edilmesi gibi),
 *tarım ve endüstri (enerji ve turizm sektörü de dâhil olmak üzere) sektörlerinin
gelişimi,
 *nüfus artışı, plansız kentleşme ve alt yapı sorunları,
 genelde doğal kaynaklar, özelde su yönetim yapıları (merkezi ve yerel yönetimler
arasındaki ilişkiler ve bunların anahtar aktörleri),
 *küresel iklim değişikliğinin ülkedeki doğal kaynaklar üzerindeki etkileri,
gibi çeşitli bileşenlerden oluşmaktadır. Bu bileşenler, yukarıda bahsi geçen soruya cevap
aramada önemli birer yol gösterici rolü oynamaktadır.
*Talep artışı(artan nüfus ve gelişime bağlı)
*Tarımsal sulama
*Şebeke sistemlerinde kayıp ve kaçaklar






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder